
Bir ülkede, etnik, dini ve kültürel olarak mensubiyetleri farklı ve nüfusu az olan toplulukların var olan değerlerini yaşatabilmesi ve geliştirebilmesi için merkezi yönetimin kendilerini tanıması ve destekliyor olması gerekir.
Ancak, dünya üzerinde merkezi yönetime hakim olup karar alma mekanizmasını elinde tutanlar genelde çoğunluğu teşkil eden unsurlardan oluşur ve onlar da toplumun tüm kesimlerine kendi değer ve inançlarını dayatırlar. Dolayısıyla merkezde yer alan karar alıcılarla, merkezin kararlarından etkilenen çevredekiler arasında sürekli bir çelişki yaşanır. Bu çelişkiler en başta uzlaşma ile aşılamazsa iki sonuç doğurur:
– Birincisi, edilgen kalan azınlık kesimlerin içinde bulunduğu şartların daha da kötüye giderek çoğunluk içinde erimesi;
– İkincisi de, dayatmaların kabul edilmeyerek merkezle çatışmaya girilmesi.
Bu kavşakta seçilecek yolu tarafların sahip olduğu güç belirler.
Merkez, çevrede bulunup da talepkâr olanları güçsüz görürse taleplerini karşılamaz ve çatışmayı kabullenerek kendi şartlarını dayatır.
Talepkâr unsur eğer gücünü konsolide edebilirse merkezin bu dayatmasına direnebilir. Bu direniş demokratik olmayan ülkelerde silahlı mücadeleye gidecek kadar sertleşebilirken; demokratik rejimlerde ise oy gücüyle toplumsal baskı oluşturularak yapılır.
Karar alıcılar, çevrenin ortaya koyduğu gücün aleyhlerine bir sonuç doğurabileceğini fark ederlerse ancak o zaman geri adım atarak uzlaşma yoluna gider ve gelen talepleri de karşılarlar.
***
Bu izahattan sonra…
Diaspora Çerkesleri vasıfları itibarıyla bulundukları tüm ülkelerde çevrede yer alması gereken bir topluluktur. Fakat gariptir ki bulundukları tüm ülkelerde merkeze yerleşip, çevreye karşı merkezin değer ve inançlarını savunmaktadırlar. Nitekim kendisi Çerkes olmayan akademisyen Celal Sarıçam yaptığı araştırmada bu çelişkiyi tespit etmiş ve “Ürdün Çerkesleri” isimli kitabının sonunda da açıkça ifade etmiştir.
***
Evet, Türkiye Çerkeslerinin kahir kesimi merkezin değerlerini savunur pozisyondadır.
Merkezin değerlerini savunarak kendini inkâr etme çelişkisine düşmeyen, öz farkındalığı yüksek küçük bir grup ise Çerkeslere, varlığını sürdürmesinin yegâne yolu olarak anavatana dönüşü göstermekte, diğer bütün yolları çıkmaz sokak olarak tanımlamaktadır. Bu, teorik olarak ne kadar doğru olsa da, etkili bir pratiğe çevrilmesi hayal bir yaklaşım olarak kalmıştır. Bu kesimce çözümün “Bavulunu al git” basitliğinde ele alınması, karşılaşılan iç ve dış sorunların anlaşılmaya ve çözülmeye çalışılmaması bu yaklaşımı reel bir umut olmaktan çıkartmış, nostaljik dönemin sona ermesiyle de kadük hale gelmiştir.
***
Toplumumuza üçüncü seçeneği ise Çoğulcu Demokrasi Partisi sunmuştur. 2009 yılında başlayan Demokratik Açılım Süreci’ni takip eden günlerde azınlıkların varlığının kabul edilmesi ve bazı yayın ve eğitim haklarının tanınması sonrası ortaya çıkan yeni durumu değerlendiren bir grup Çerkes, azınlık sorunlarının merkezi siyasetin gündemine taşınarak çözülmesi gerektiği düşüncesiyle 15 Ağustos 2014 tarihinde Çoğulcu Demokrasi Partisi’ni kurmuşlardır. Hedef, kimlik sorunlarının çözümünü talep eden bir siyasal toplum ortaya çıkartmak ve bunu siyasetin görmezden gelemeyeceği bir güç merkezinde konsolide etmek.
Parti sadece bu görüşü merkeze koyarak kurucu ve üyelerinde ideolojik bir bütünlük aramadığı gibi, kurumsal olarak da ana akım ideolojilerin hiçbirine angaje olmamış, her görüşten insanı çatısının altında toplamayı hedeflemiştir. Ve kuruluşundan itibaren de sadece kimlik sorunlarını ve çözümünü eksen alan bir siyaset yürütmeye çalışmıştır. Bu sınırlar içerisinde kendini tutarlı kılacak bir fikir tabanı ve söylem oluşturmuş, bunu çeşitli vesilelerle kamuoyuna deklare etmiştir.
Parti düşüncelerini pratiğe çevirebilmek için de 11 yıl içinde gelip geçen seçim süreçlerine gücü oranında katılmaya, toplumu kendisi için siyaset yapmaya ikna etmeye çalışmıştır.
Ve 11 yıl bu şekilde geride kaldı.
Partinin kuruluşundaki mantığı ve yapmaya çalıştıklarını en özet olarak bu şekilde ifade edebiliriz.
***
Bir siyasi hareketin oluşturulabilmesi için 11 yıl aslında çok bir zaman değil. Ama insan ömründen giden zaman itibarıyla baktığımızda ise ciddi bir süre. Dolayısıyla kısa bir otokritik yapmamız yerinde olacaktır.
***
Parti kurulup, deklare edildiğinde Çerkeslerin bir siyasi partisinin olması fikri toplumun geniş kesimlerinde önce bir şok etkisi yaptı ve oldukça tepki gördü. Önümüze koyulan temel itiraz, “Biz bölücü değiliz”, “Kürtler gibi bizi de hedef mi yapacaksınız?” idi ve genelde bu gerekçelerle partiye karşı bir mesafe koyuldu.
Kimlik meseleleriyle ilgili görünen ve dernekler çevresinde kümelenmiş bir kesim ise kendilerine yön veren (kerameti kendinden menkul) bazı “elitlerin”, “parti kurucularının kendilerinden cevaz almadığını” öne sürerek reddetmesinin etkisiyle onlar da karşı tavır aldılar. Halbuki bir yıla yakın süre ile “Çoğulcu Demokrasi Hareketi” adı ile kalınarak, bir mutabakat zemini oluşması için il il, dernek dernek dolaşılarak kurulacak partiye katılımcı olmaları için neredeyse hepsine yalvarılmıştı.
Diaspora Çerkes hareketini kontrolünde tutmakla görevli olduklarını düşündüğümüz ve “anavatandan bunu istemiyorlar” söylemini toplumu istedikleri hizada tutmak için koz olarak kullanan bu “elitler” nasıl bir özgüven içinde iseler, “madem olan oldu parti kuruldu, şimdi getirin teslim edin” manasına gelen cümleler dahi sarf edebildiler.
Ama bu tavırlar bir avuç fedakar ve kararlı insanı yolundan çeviremedi. Onlar kapılarını herkese açık tutarak ısrarla yollarına devam etti, söylemlerinden taviz vermedi. Amaçları, Çerkeslerin olması gerektiği gibi siyasal bir toplum haline gelip “çevrede” konumlanmasını sağlamak ve merkezi yönetimden varlıklarını korumaya yönelik haklar talep eder hale getirmekti.
Baştan “sahibinin sesi” statüsünü benimseyenler bu kervana hiç katılmadı.
Egoları akıllarını örtenler de kendi çaplarında muhalefet geliştirdiler ve çıkış yolu olarak 75 yıldır denenip sonuç alınamamış tecrübeyi, yani “düzen partileri içinde siyaset yapılmasını” önererek topu taca atmayı tercih ettiler. “Bu şekilde, hakim unsurun değerleriyle çatışan bir fikri savunacak bir siyasal toplumu nasıl ortaya çıkarıp, nasıl görünür kılacakları” sorusunun cevabını vermek çabasına ise hiç girmediler. Tek gayeleri önlerine gelen bir teklifi bir bahaneyle başlarından savmaktı. Öyle de yaptılar.
***
Zaman geçip ilk şokun atlatılmasının ardından halk kesiminden olumlu bakmaya başlayanlar oldu ancak onlar da doğrudan katılımcı olmaktan hep kaçındılar. Halbuki sandıktan çıkan 15 bin oy, en azından bu oyların alındığı vilayetlerde 15’er kişilik birer teşkilatlanma getirebilmeliydi.
Partiye yaklaşımları olumluya dönmüş bu insanlarla konuştuğunuzda ise bir kısmının mimlenmek ve fişlenmekten ne kadar korktuklarını anladık. “Çerkes partisinin” kayıtlı üyesi olmak hepsine riskli geliyordu.
Bir diğer kaçınma sebebi de, il teşkilatı açarak yapılacak nakdi harcamaların hiçbir maddi geri dönüşünün olmayacağı gibi, finiş kurdelasının da görünmüyor olması idi. Yani bir davaya karşılıksız yatırım yapılması gerektiğine dair bilincimiz de zayıftı.
Velhasıl bugün gelinen noktada elde edilen tek olumlu gelişme, toplumun partinin varlığını artık kabullenmiş olması ve 11 yıl yaşamayı başarmış, yola devam etme kararlığında olan aktif bir partimizin olmasıdır.
***
Bundan sonra ne olacak?
Hedef değişmiş değil: kendi siyasal toplumumuzu oluşturarak, siyasete etki eden bir güç merkezi oluşturmak.
Partinin bu amacına ulaşabilmesi için dikkate değer bir kitleyi etrafında toplaması ve bunu oya tahvil ederek bu gücünü görünür hale getirmesi gerekiyor. Dışımızda dikkate alınacak etkili bir siyaset ancak bu güç elde edildikten sonra icra edilebilir.
Türkiye toplumu, dolayısıyla bizim hedef kitlemiz de bugün tamamıyla resmi söylemlerin ve kutuplaştırıcı siyasetin etkisi altında. Çerkeslerin bu atmosferden kurtulup, kendi siyasetini yapmaya ikna edilmesi, Türkiye siyasetinde kendine bir alan açması gerektiğine inandırılması gerekiyor.
Toplumun dikkate değer bir kesiminin bu eşiği geçmesiyle her şeyin farklı olacağına inanan ÇDP mensupları bu hedefe yönelik olarak çalışmaya devam edecek.
Dileriz ki “kendinden vazgeçmiş” bir görüntü veren ve hızla yok oluş uçurumuna giden toplumumuz kendisine uzatılan bu umut elinin değerini kavrar ve gereken teveccühü gösterir.
Yoksa kayıp yüzbinlere yeni yüzbinler eklenecek.
***
Özetle, kaderin sürüklediği bir okyanusun ortasındayız. Parçalanmış gemiden geriye kalanlardan 10 yılda yelkenli bir tekne inşa ettik.
Peki bu tekne karaya ulaşabilir mi?
Tabii ki;
Yeter ki rüzgar yelkenleri doldursun.
537