Yerel seçimler tamamlandı.
Türkiye seçmeni yirmi küsur yıl sonra siyaset tablosunu yeniden dizayn etti.
İktidarın yıpranmışlığı, sandığa gitmeyen küskünler, yeni kurulan parti ve bir türlü istikrar kazanamayan ekonomi, ibreyi ana muhalefet partisi lehine çevirdi.
Belli ki Türkiye siyaset sahnesi önümüzdeki günlerde epeyce hareketlenecek.
Öncelikle sonuçların ülke için hayırlı olmasını diliyoruz.
***
Resmi olmayan sonuçlara göre Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin desteklediği adaylardan İstanbul BŞ Belediyesi Bağımsız Başkan adayı İshak Akbay 1263 oy, Bursa BŞ Belediyesi Bağımsız Başkan adayı Nasır Yıldız 286 oy, Osmangazi İlçesi Belediyesi Bağımsız Başkan Adayı Hayati Pamuk ise 377 oy aldılar.
Bu süreçte büyük bir medeni cesaret örneği gösteren adaylarımıza kalpten teşekkür etmemiz inanın yetmez. Onlara minnet borçluyuz. Çerkes halkının iyi ki böyle koca yürekli evlatları var.
***
Peki sonuçları nasıl yorumlamalıyız?
Öncelikle seçmen ve siyasi partiler cephesinden Türkiye’de siyasetin nasıl yapıldığını kısaca bir hatırlamamız gerekir.
Türkiye seçmen kitlesinin ana omurgası siyasi tercihini “babadan oğula” yöntemiyle yapıyor. Türkiye’de partileri projeleri üzerinden değerlendiren, eleştiren ve sonunda hesap sorabilen bir seçmen kitlesi maalesef yok.
Onun için ana akım siyasi partileri yöneten “baronlar” gayet rahatlar. Bu kör taraftarlığı kullanarak kitlelerin tansiyonunu ellerinde tutuyor ve kolaylıkla partileri etrafında konsolide edip hegemonyalarını sürdürmeyi beceriyorlar.
Hegemonyalarını diyorum, çünkü siyasi partiler belli bir oy yüzdesini aştıktan sonra, yapılan hazine yardımı, milletvekili maaşları, yönetimi ele geçirilen kurumlardan elde edilen rant, menfaat bekleyenlere yaptırılan zoraki bağışlar, v.s. ile siyaset onlar için çok kazançlı bir sektör haline geliyor.
Bu nedenle, partilerin iç iktidarını ellerinde tutanlar, içlerindeki rakiplere karşı, diğer siyasi partilere karşı olduklarından çok daha dikkatliler. Onun için gruplaşmalar, iç çatışmalar oluyor, genel kurullar karışıyor. Nitekim karizmatik bir lidere sahip olanlar dışındaki partilerde hiç bitmeyen iç iktidar mücadelelerini hepimiz görüyoruz.
***
Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus, partilerin seçmenlerini kemikleştirmek ve dinamik tutmak için toplumu özellikle kutuplaştırdıkları, siyasi bir öfke ve nefreti bile isteye arttırdıklarıdır.
Çerkesler de bu kamplaşmanın istisnası değildir. Bu ülkenin vatandaşları olarak onlar da aynı siyasi iklimin tesiri altındalar ve onlar da karşı mahalledekilerden alabilesiye nefret ediyorlar.
***
İşte Çoğulcu Demokrasi Partisi on yıldır halkımızı bu kör döğüşünün içinden çıkartarak, kendi sorunlarını önceleyen yeni bir siyasi güç merkezi oluşturmaya çalışıyor.
Ancak, bu seçimlerde bir kez daha gördük ki Türkiye’deki nefret ve öfkeye dayalı siyaset anlayışı maalesef hepimizin hücrelerine kadar sinmiş vaziyette ve oylarımızın rengini de önemli ölçüde bu düşmanlık duyguları belirliyor.
Sadece benim şahit olduğum İstanbul adayımız İshak Akbay’a oy vereceğini beyan edenlerin sayısı neredeyse alınan oylara eşit. Pek çok arkadaşımızın, günler boyu görüştükleri portföylerindeki isimlerden oylarını Akbay’a vereceğini söyleyenlerin sayısı ise on binleri buluyor.
Fakat bu beyanların neredeyse hiç biri oya tahvil olmadı.
***
Niçin?
Bu konuda o veya bu sebeple kimseyi suçlayamayız. Oy vereceğini söyleyip de vermeyenlerin yüzde doksanının samimi olduklarından şüphe de edemeyiz. Kusur varsa bizdedir dememiz gerekiyor. Demek ki parti onlar üzerinde inanç ve etki oluşturacak düzeyde bir çalışma yapamamış.
Peki bu etkiyi kıran ne?
Oy verme esnasında bizim etkimizi kıran, siyasi mahallelere hakim olan “nefret ve öfke” iklimidir. Soydaşlarımız oylarını “başkanlığı kazanma şansı olmayan” bir sevdiğine (Çerkese) verip de “ziyan etmektense”; kendilerinin de taraf oldukları ülke genelinde süren “büyük kavgada” düşman gördükleri cepheye bir kurşun olarak göndermeyi tercih etmişlerdir.
Yani realite, ideali alt etmiştir.
***
Peki Çerkeslerin verdikleri oyların seçime bir etkisi olmuş mudur?
Hayır kesinlikle olmamıştır. Çerkes oyları tamamen etkisiz eleman hükmündedir.
Tabloya baktığımızda, Çerkes oylarının mevcut siyasi partilerin elde ettikleri sonuçlara hiçbir özel katkı sağlamadığını rahatlıkla görebiliriz.
Nasıl mı? Şöyle:
Türkiye Çerkeslerinin siyasi parti tercihleri Türkiye ortalamasından farklı değildir. Dolayısıyla, Çerkeslerin tüm siyasi partilerdeki oylarını çekip alsanız, bu eksilmeler partilerin aldıkları oy oranlarını hiçbir şekilde değiştirmez.
Kısaca, verilen oylar sadece “siyasi kavgada safımız belli olsun” mottosuna hayat vermek ve “yüreklerimizi soğutmaktan” başka hiç bir işe yaramamıştır.
Üstelik bu şekilde Çerkeslerin Türkiye toplumu içindeki “görünmezliği” devam etmiştir.
Halbuki toplumsal talepler gücünü göstererek elde edilebilir.
Yani karar verip hepimiz bir düzen partisinde toplanmış olsak bile Çerkes oylarını görünür kılamayız. Çünkü ne oranda bir katkı sunduğumuzun bir kanıtı olmaz.
Dolayısıyla, düzen partileri içinde bizi hedefe götürecek bir yol yoktur.
***
Görünür olmak çok mu önemli?
Evet, eğer devlet yönetiminden toplumsal talepleriniz varsa çok önemli.
Çünkü demokratik rejimlerde yönetimlerden bir şey alabilmeniz pazarlık gücünüzün olmasına bağlı. Bu gücü de test edilmiş şekilde ortaya koymanız gerekir.
Yani, Türkiye’de üçüncü sırada olduğunu bildiğimiz Çerkes nüfus müstakilen organize olmadığı takdirde, partiler nezdinde hiç bir pazarlık değeri taşımaz. Çünkü bu güç “iş üreten” kinetik bir güç değil, varlığı iddia düzeyinde olan “potansiyel bir güçtür”. Test edilmeden de kimse bu gücü ciddiye almaz. Çünkü kimse seçmeni herhangi bir partiye kanalize edebileceğinin garantisini veremez. Dolayısıyla bu reorganize haliyle Çerkes varlığının bir pazarlık değeri yoktur.
Nitekim geçmiş dönemlerde “biz arkasındayız” denilerek dernek başkanlarının imzaları ile belli şahısların aday gösterilmesi için partilere müracaat edildi ama partiler (Ak Parti ve CHP) bunları hiç dikkate bile almadılar. Neden? Çünkü onlar da biliyorlar ki, kimi aday gösterirlerse göstersinler, kimsenin Çerkeslerin oylarını bir düzen partisinde toplayabilmesi mümkün değildir. ***
Bir de şöyle düşünelim:
Düzen partilerine verilen bu oyların hepsini müstakil bir partide toplamış olsak, ortaya kimliği belli yepyeni bir güç merkezi çıkmaz mı? Evet çıkar. Çünkü potansiyel güç muğlaklıktan kurtulup somutlanmış olur.
İşte Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin yapmaya çalıştığı da budur.
***
Peki söz verenler dahi niçin oylarını esirgediler?
Aslında cevabı yukarıda verdik. Partinin başarılı olmasının önündeki en büyük engellerden birisi Türkiye’deki malum siyasi iklimdir. Türkiye seçmeninin büyük çoğunluğu gibi bizim hedef kitlemiz de tamamıyla bu “öfke ve nefret” duygularının tesiri altında oy kullanmaktadır.
Bilim insanları “Sosyal ve siyasi ilişkilenmeyi duyguların sağladığını”[1] söylüyor.
Demek ki bu sorunu çözmenin yolu hedef kitlemizin duygu ve duygulanımına tesir etmek, kendilerini Türkiye siyasetinin illizyonundan çıkartabilmektir. Bunun için de toplumumuza daha ikna edici argümanlar sunmamız gerekiyor.
Yani bu sorunun cevabının doğrudan parti kadrosunun yeterliliği, eldeki kaynaklar ve gösterilen gayretle alakalı olduğunu söyleyebiliriz.
Demek ki daha çok çalışmamız gerekiyor.
Biz de öyle yapacağız.
Katkıda bulunabilecek herkesi dahil ederek sorunlarımızı tartışacak ve çözüm yollarını bir şekilde bulacağız.
Çünkü söz konusu olan bir halkın varlığını sürdürmesidir.
…Ve emek vermeden başarı olmaz.
————————————-
[1] “Duygu ve duygulanımlar psişik dünyamıza dair haller değildir. Bir anlamda bizi şekillendirerek sosyal ve siyasi ilişkilenmeyi sağlayan kurucu unsurlardır. (…) Duygular ve duygulanımlar bir yandan toplumsallığın üzerinde kurucu bir etkiye sahipken, diğer yandan yıkıcılığıyla da ön plana çıkabilmektedir.” (Cansu Günay, Yusuf Kutlu, Gökhan Mülayim, Türkiye’nin Siyasal Evrenini Duygu ve Duygulanımlar Üzerinden Anlamak: Olağanüstü Hal, Toplum ve Siyaset- KONDA Araştırması-2017, s. 65)
1246