Şu söz dernek yöneticilerimizin klasiğidir: “Dernek binasına girerken siyasi düşüncenizi kapının yanındaki askıya asın, içeri öyle girin.”
Bu cümle dernekçilerimizin siyasetten ne anladığı hakkında aşağı yukarı bir fikir veriyor. Yaşlılarımız siyasete hâlâ, toplumda DP-CHP bölünmüşlüğünün yaşandığı 50’li yıllardan kalma “parti yandaşlığı” münakaşaları üzerinden bakıyorlar. Bu anlayış yukarıda ifade ettiğimiz şekilde sloganlaşarak sonraki nesillere de intikal etmiş durumda.
“Çerkes sivil toplumu”nun bir “Çerkes siyasal toplumu” ortaya çıkaramamasında, kendi meselelerimize eğilen entelektüel ve aydınlarımızın yokluğu kadar, bu, siyaseti dışlayan anlayışın da büyük payı vardır. Derneklerimize, danslarımız, yemeklerimiz, kabile muhabbetlerimiz, günlük yaşamdaki adet ve göreneklerimiz -tek kelimeyle ifade edecek olursak folklorumuz- dışında hiçbir şey sokulmak istenmedi. Onun içindir ki Türkiye Çerkesleri bugün hala “folklorik toplum” yapısını aşıp kendi “siyasal toplumunu” ortaya çıkarabilmiş değildir.
***
Yalnız son zamanlarda, bu yaklaşımın değiştiğine dair bazı işaretler var. Başlangıç noktasını da, mevcut iktidarın, cumhuriyet dönemi boyunca varlıkları inkar edilen etnik ve dinî kimlikleri tanıma ve önünü açma amacıyla 2009 sonbaharında başlattığı demokratik açılım süreciyle aynı kabul edebiliriz. Bu süreçle birlikte Çerkes sivil toplumu içerisinde “siyasallaşmak gerektiği”ne dair ifadeler dillendirilmeye başlamıştır. Önceki dönemlerde de bunu bireysel olarak seslendirenler vardı tabii, fakat açılım süreciyle birlikte inisiyatif düzeyinde örgütlenmelerin konusu haline gelmiştir.[1]
Bugün gelinen aşamada bir ileri adım daha atan Çerkesler siyasi parti kurmaya, “sivil toplumun” yanı sıra “siyasal toplumlarını” da oluşturmaya hazırlanıyorlar.
***
Sivil Toplum, Siyasal Toplum, Devlet…
Bazı meselelerin üzerinden çabuk geçiyoruz. Teoriye yeterli zaman ayırmazsak, pratikte yaşanacak çelişki ve zorlukları göğüslememiz güç olabilir. Onun için kelimeler ve kavramlar üzerinde hassasiyetle durmamız, manalarını oturtmamız, tanımları iyi yapmamız gerekiyor. Kavramları, netleştirmeden sezgisel yaklaşımlarla kullanmaya başlarsak, “siyasallaşmak gerektiğine” dair ateşli nutuklar atan bazı grupların, “görüşlerini iletmek için dahi devletle bir masaya oturmayacaklarını” ilan etmelerindeki paradoksa düşmekten kurtulamayız.
Sözü getirdiğimiz bu noktada, hem kavram üzerindeki belirsizlikleri gidermek, hem de siyaset üzerine üretilen korkuları bertaraf için “siyasal toplum”un tanımı üzerinde biraz durmamız yerinde olacak.
***
Kavramın sınırlarını belirleyebilmek için, sanırım sorulması gereken ilk soru şu olmalı: Siyasal toplum ne demek, sivil toplumdan farkı nedir?
Basitçe şöyle izah edebiliriz…
Birbirini saran, iç içe geçmiş geniş bantlı halkalardan oluşan bir şema hayal edelim.
Bu şemanın merkezindeki alan devlettir. Yani günlük hayatımızdaki görünür şekliyle, hükümet, ordu, mahkemeler, sivil bürokrasi, resmi eğitim kurumları, v.s.
Bunu saran ikinci alan ise siyasal toplumdur. Bu alan devlet politikalarını şekillendirmeye talip olan, iktidar mücadelesi veren toplum kesimlerini içerir. Bunları da, yerel yönetimler, hükümet dışındaki diğer siyasal parti ve gruplar olarak sıralayabiliriz.
Tüm bunları saran üçüncü alan ise sivil toplumdur. Dernek/vakıf yapıları, kayıt dışı otonom yapılar (cemaatler, inisiyatifler v.s.), toplumsal hareketler, medya ile entelektüel ve kültürel yapıları içerir. Sivil toplumun iktidara gelmek gibi bir amacı yoktur. Temsil ettiği kesimin durumunu iyileştirecek çeşitli çalışmalar yapar; bu kesimlerin siyasal topluluklarla olan ilişkisini sağlar. Sorunlarını tanımlar ve çözüm talebiyle siyasal alana havale eder.
Bunların dışındaki son halkada ise günlük hayat gailesi içinde bulunan örgütsüz kesimler yer alır.
…
Bu alanların birinden diğerine geçiş her zaman mümkündür.
***
Şemamızdan anlaşılacağı üzere devletle sivil toplumu birbirine bağlayan alan siyasal toplumdur. Yani siyasal toplum, sivil topluma rehberlik ve sözcülük eder. Onların taleplerini siyasal projeler haline getirir, devlet sisteminin veya politikalarının parçası yapmaya çalışır.
Siyasal toplumun oluşturulmasında bir siyasi önderliğe ve siyasal birliğe ihtiyaç vardır. Ancak bu kolay değildir. Çünkü toplum, yapısı itibariyle heterojendir. Bazı ortak eğilimleri olsa da bu onları bir araya getirmeye yetmez. Onları bütünleştirecek olan örgüttür. Örgütlenme de bir önderlik etrafında gelişir. Siyasal önderliğin faaliyetleri siyasal toplumun oluşmasında birinci derecede rol oynar. Önderlik, toplumsal yapıdaki mümkün en geniş kesimleri, bir disiplin içersinde, ortak bir hedefe yöneltir ve onları bir siyasi parti haline getirir. Böylece diğer siyasi partilerle bir yarışa girilir. Bu yarışta kim daha ikna edici olursa, insanlar ona bağlanma eğilimi geliştirirler. Bu aşamada lazım olan ise ideolojidir.
Peki ideoloji ne demek?
Çerkeslerin bir ideolojisi olabilir mi?
Olursa nasıl olmalıdır?
Bu ve benzer soruları ayrı bir başlıkta ele almak daha doğru olacak.
Sonraki yazıda buluşmak üzere.
1] Önce DİÇEG sahne aldı bu süreçte. Ancak söylemleri ve izlediği strateji cılız kalıp beklentileri karşılamayınca, sessizce sahneden çekilmek zorunda kaldı DİÇEG.
Ardından daha net ve cesur söylemlerini sokak eylemleri ile birleştiren ÇHİ çıktı ortaya ve oldukça da başarılı oldu. ÇHİ’nin önceleri “bölücülükle” özdeşleştirilerek eleştirilen söylemleri, sonrasında geniş kesimlerce hüsnü kabul gördü. Konunun ortaya konuluşunun getirdiği tatmin duygusu, meseleye ilgi duyan kesimlerde bir zihniyet dönüşümü sağladı. ÇHİ’ye karşı -egolardan kaynaklı- muhalefet geliştirenler dahi aynı söylemleri kendi kamplarına taşımak durumunda kaldılar. Diyebiliriz ki ÇHİ, toplumun duyarlı kesimlerine Çerkes taleplerinin netleştirilerek dillendirmesi hususunda birkaç basamak atlattı.
248