Damdan düşer gibi olacak ama sözü fazla uzatmamak için doğrudan söyleyeceğim: Toplum olarak bugün bir yok oluş girdabı içinde debeleniyorsak eğer, bunun yegâne sebebi düşünce dünyamızdaki çoraklıktır…
Toplumsal sorunlarımızın tespiti ve çözümü üzerine kafa yoran entelektüellerimizin olmaması, bizleri varlığımızı devam ettirememe riski ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Toplumsal hayatımızı tamamıyla kendi akışına bırakmış durumdayız.
Bu bir haslet mi?
Değil elbette; aksine bu bir illet…
Bu illetin kaynağı da toplum olarak yüzyıllardır yazıya ve kitaba mesafeli duruyor olmamızdır. Ne arkamızda geçmişimize dair bir külliyat var; ne de önümüzde geleceğimizle ilgili bir projeksiyon…
Çerkesler için “kendinden vazgeçmiş toplum” nitelendirmesinde bulunmamızın sebebi de bu zaten.
***
Peki, düşünce dünyamız istenen düzeyde zengin olsaydı toplumumuz bugünkünden daha mı farklı bir yerde olurdu?
Evet, daha farklı bir yerde olurdu.
Muhtemeldir ki geçmişte yaptığımız hataların hiçbirisini yapmaz, tarih çok farklı bir şekilde seyreder, toplumumuz da bugün bulunduğu konumdan çok daha iyi bir yerde olurdu.
“Soyut bir kavram nasıl böyle somut sonuçlar doğurabilir?” diye sorabilirsiniz.
O zaman söze düşünceyi açıklayarak başlamamız gerekir.
***
Gerçekten ne demek düşünmek?
Ve neyi, nasıl düşüneceğiz?
Düşünmek deyince boş hülyalara dalıp gitmeyi kast etmiyoruz elbette.
Düşünmek, en basit tarifiyle soru sormak, sorgulamak demektir.
Düşünce üretmenin kendi içinde bir mekanizması var tabii. Hangi kitabındaydı hatırlamıyorum ama üstat Cemil Meriç düşünmenin ancak yazılı metinlerden alınacak ilhamla olabileceğini söylüyordu çok doğru olarak.
Yani düşünebilmek, düşünce üretebilmek için öncelikle yapılacak seri okumalarla aklı zenginleştirmek ve bilgilenmek gerekiyor. Bu aynı zamanda kelimeler ve kavramlar dünyasına hakim olmamız sonucunu getirecektir.
***
Düşünce üretimi zorlu bir süreç. Dolayısıyla zihinsel üretim değerlidir, sahip çıkılması gerekir. Yani, düşünce ürünleri mutlaka kayıt altına alınmalı, yazılmalıdır ki arkadan gelenler bu düşünceleri bir adım daha ileri götürebilsin.
Gelecek inşası, düşünce üreterek, üretilenleri tartışarak, olgunlaştırıp hayata geçirerek olur.
***
Peki düşünce üretimini kim yapacak?
Entelektüel üretim toplulukların işi değildir. Onu sadece deha sahibi güçlü kişilikler yapabilir.
Bu sebeple toplum, içinde yer alan bu karakterde insanları öne çıkartılmalı, düşüncelerini açığa vurabileceği zemini oluşturarak onları zihinsel üretime teşvik etmelidir.
***
Diğer kritik soru ise “düşünce üretemezsek ne olur?” dur.
Düşünce üretemezsek, başkalarının üretimlerini tüketen bir topluluk haline gelir ve bu deryada kaybolup gideriz. Dilimiz, kültürümüz, çevremiz, yaşam tarzımız, duygularımız v.d. yapı taşlarımız başkaları tarafından şekillendirilir. Nitekim batı düşüncesinin, rasyonalist, objektivist, pozitivist, ilerlemeci, .., tezlerinin, diğer toplumların neredeyse tamamını etkisi altına almış olmasının temelinde, diğer düşünce akımlarındaki bu kabızlığın rolü vardır.
***
Bu anlattıklarımızı Çerkesler üzerinde somutlaştırırsak…
Bizim kastettiğimiz düşünsel faaliyet, Çerkeslerin toplumsal sorunları ve çözümleri üzerine bir zihinsel gayret içine girilmesidir. Toplumsal dinamiklerimizin tespit edilerek bugün ve geleceğe yönelik risk ve fırsat analizlerinin yapılabilmesidir.
Sonrasında, milli kültür değerlerinden damıtılmış üretimlerle, kolektif hafızayı zenginleştirecek, toplumsal bağları güçlendirecek, milli varlığımızı koruma iradesini oluşturup pekiştirecek ve ulusal bilinci kuvvetlendirecek formüllerin ortaya koyulabilmesidir.
Ve en önemlisi, bu üretimin evrensel düşünce ve değerlerle köprülerinin kurulabilmesidir.
Bizim, işte bu gayretin içine girecek entelektüellere ihtiyacımız var.
***
Bu aşamada gelecek soru ise şu: Bu düşünce toplumsal yaşama nasıl transfer edilecek?
Düşünce teoriktir. Yine teorik olan ikinci adımda bu düşüncenin sistemleştirilmesi gelecektir. Çünkü düşünceye sistematik kazandırılmaz ve bir “dava” haline getirilmezse kadrolaşma olmayacak, bu da bir mücadeleye dönüşmeyecektir.
***
Kadrolaşmak çok önemli.
Çünkü, düşünceleri hayata geçirecek olan, o düşünceye inanmış, yani dava haline getirmiş olan insanlardır.
Çerkes halkının da sistemleştirilmiş bir davaya ve bu davaya inanmış kadrolara ihtiyacı vardır.
Düşünceyi halka taşımak ise aydınların görevidir. Entelektüel faaliyetler sonucu ortaya çıkan temel düşünceler, aydın kadrolarca rafine edilerek, yeni formlara sokularak (roman, hikaye, şiir, şarkı, film, gazete yazısı, v.s.) halkın tüketimine sunulacaktır.
***
Özetle, bir entelektüel faaliyet sonrası ortaya çıkan “düşünce”, “sistemleştirilip”, değişik araçlarla halkın algı düzeyine indirgenerek “kolektif hafızaya yerleştirildikten” sonra toplumsal kimliğin bir parçası haline gelecektir.
Fazla seçeneğimiz yok; cemaatten cemiyete, cemiyetten ulusa geçiş ancak bu yolla olabilir.
197