7 Haziran 2015 parlamento seçimleri, Çerkeslerin ilk defa kimlikleriyle siyaset sahnesine çıktıkları seçim olarak tarihe geçecek.
Şimdiye kadar pek çok Çerkes orijinli siyasetçi parlamentoda yer aldı ama -ilk meclisteki Emir Marşan Paşa hariç- hiç birisi Çerkes kimliği üzerine titizlenmedi, sorunlarını dert etmedi. Hepsi oturdukları koltukları sonraki dönemlerde de muhafaza etmek arzusuyla “sahibinin sesi” olmayı militanlık düzeyinde icra etmeyi kendilerine yakıştırdılar ama hiç biri Çerkes halkının gelecek kaygısını Meclis kürsüsüne taşıyıp gündem yapma cesaretini gösteremedi.
Nitekim bu dönemde de Meclise yine en az bir düzine Çerkes kökenli milletvekili girdi. Ama geçmiştekiler gibi yine hiçbiri mensup oldukları halkın kimlik sorunlarını kendine dert ediniyor değil… Yapabilecekleri en ileri iş, hemşerilerinin bürokraside takılmış birkaç işini takip edip çözmek; özel günlerinde aralarına girip mikrofon kaparak yaldızlı birkaç laf edip onlara “bir milletvekiliyle beraber olma şerefini(!)” bahşetmek; sonra da onlar için ne büyük bir değer olduğu havası basıp çekip gitmek olacak.
Yani iki ihale kurtarıp, iki de memur tayin edip, bir de iki saatliğine tahmade koltuğu işgal ettiklerinde kendilerini halklarına karşı bütün vazifelerini yerine getirmiş sayacaklar. Çünkü zihinlerinde halkları için geliştirebildikleri en ileri vizyon bu.
Acı olan şu ki, bu yaptıklarının Çerkes halkının yok oluş sürecinde sadra şifa şeyler olmadığını hiçbir zaman fark etmeyecekler.
Bu grup bir tarafa…
***
Çerkesler bu seçimde 9 bölgeden 10 bağımsız milletvekili adayı ile yarışa girdi. Milletvekillerinden dokuzu Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin adayı idi ve toplam 14.232 oy aldılar. Seçim sürecinde ÇDP’yle aralarında bir takım sürtüşmeler meydana gelse de benim aynı kategoride değerlendirdiğim diğer aday Yalçın Karadaş’ın aldığı 1.841 oyla birlikte, Çerkes kimliği başat kılınarak alınan oyların toplamı 16 bindir. Adayların hiçbiri Meclise girmelerine yetecek kadar oy alamadı. Ama talip oldukları ve yerine getirdikleri misyonla tarihe geçtiklerini şimdiden söyleyebiliriz. Bu vesileyle, gösterdikleri medeni cesaret ve fedakarlıkar için her birine ayrı ayrı teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Kendi namıma teşekkür ediyorum.
***
Tabii yine kendimizle yarıştık, kendimizle tartıştık, birbirimizin yolunu kestik. Her zaman olduğu gibi eski defterler açıldı, önemli bir kısmımız “taş gibi bir muhalefet” oluşturarak öne çıkanları iyi “taşladı”. Birbirimizi pişman etmek için elimizden geleni yaptık. Bir seçim sürecini birbirimizle didişerek tamamladık.
***
Bir kısım Çerkesler, bugüne kadar kimlik siyaseti yapmış ama bu dönemde bundan vazgeçtiğini, artık ülke partisi olduğunu ilan etmiş Kürt partisini kendilerine adres olarak seçtiler. Artık kabak tadı veren her zaman en iyi yaptıkları tek şeyi yapıp, 50-100 imzalı, beylik laflardan oluşan bir kamuoyu açıklaması yayınlayarak konformist yaklaşımlarının üzerine bir kez daha tüy diktiler.
Kim olduklarını anladınız siz onların. Hiç bir dönemde arabalarının tekerine taş gelmez onların, çünkü yere temas etmezler. Bizim mahalledenmiş gibi davranırlar ama arafta takılanlar güruhudur onlar. Araftakiler diyorum, çünkü onlar,
Hem nasyonalisttirler, hem enternasyonalist,
Hem devrimcidirler, hem tutucu,
Hem dönüşçülerdir, hem dönmeyen,
Hem anti-Rusçudurlar, hem Rusofil, … vs.
Bir araya gelememeleri özelliğiyle felsefede “düalizm” ismiyle kendine alan açan zıtlıklar, bu garip güruhun bünyesinde yekvücut olmak suretiyle en derin filozof takımını bile dumura uğratır ki gerçekten izah edilecek bir şey değil bu durum.
Bu araftaki güruh seçimler öncesi Çerkes kimliklerini öne çıkararak “oylarımız HDP’ye” diye açıklama yaptılar ama her zamanki gibi yine dürüst değildiler. Yine düalist çelişkilerinden kurtulamadılar. Onları HDP’ye yönelten asıl saik Çerkes kimlikleri değil, elbette ki “sosyalist” kimlikleriydi. Aralarındaki “uydum kalabalığa” cinsinden imza atan üç beş farklı sima sizi yanıltmasın. HDP tercihleri tamamıyla ideolojiktir. Nitekim seçilebilir yerden bir tane bile Çerkes aday koyulmamasına rağmen bu tavırlarını sonuna kadar sürdürmeleri de bunun en büyük kanıtıdır. Demek ki kaygıları “Çerkeslik” değilmiş.
Burada kastettiğim düalist unsurlar “Çerkeslik” ve “sosyalizm” değil, Çerkesliğin onlar için “özne” değil, “nesne” olması; ama onların özneymiş gibi davranmasıdır.
Her neyse, bütün bu olanları da notlarımız arasına aldığımız bilinsin.
***
Gelelim ÇDP’nin aldığı sonuçlara…
Bence Çerkes kimliğiyle bu seçimlere girilmiş olması tek başına büyük bir başarıdır zaten. Onun için seçim sonuçları belli olmadan bile biz muzafferdik. Çerkesler 7 Haziran seçimleriyle birlikte siyaseten makas değiştirmiştir. Bu seçimler siyasetteki emekleme sürecinin başlangıcıdır. Emekleyecek, ayağa kalkacak, yürüyecek ve koşacağız. Hedef iki seçim sonrasıdır. Çünkü yapmamız gereken çok fazla iş var. Hantal bir çarkı çevirmeye çalışacağız. Çabuk olmasını istediklerimiz maalesef çok yavaş realize olacak. Ama çok çalışır, istediğimiz rüzgarı oluşturulabilirsek 2023’te ciddi sonuçlar alabiliriz. Ancak bu sürede örgütlenmemizi tamamlamalı, kadrolarımızı oluşturmalı ve siyaset tecrübemizi artırmalıyız. Gözümüzde büyütmeyelim, sekiz sene çok uzun değil, göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçer. Ancak iyi değerlendirmemiz lazım.
Peki bu sekiz yılda ne olacak?
***
Daha önce bir başka yazımda da konu etmiştim. Kendisi Çerkes olmayan araştırmacı- yazar Celal Sarıçam, “Arap Devletlerinin Oluşum Sürecinde Çerkesler – Ürdün Çerkesleri” adlı kitabında Çerkeslerin devletle olan ilişkisini tahlil ederken şunları söylüyor:
“…Ulus devletlerdeki egemen otorite ile azınlıkların zımmi veya açık bir çatışması kaçınılmaz olmuştur. Bu olgu XX. yüzyıla damgasını vuran ulus-devletlerin en önemli problemlerinden biri olarak karşımıza çıkmıştır. (…)
Öte yandan, bir azınlık olarak Çerkeslerin bazı ulus-devletlerdeki azınlıkların sergilemiş olduğu tutum ve tavırları sergilemediği gözlenmiştir. Topraklan üzerinde yaşadığı ülkenin sadık vatandaşı olmayı reddetmemeleri, hatta o ülkenin oluşturulmasında çoğunluğu oluşturan toplumsal kesimden geri kalmamaları, XX. yüzyılın önemli olgularından biriyle çelişmektedir. Yeryüzünde anavatanlarının dışında yaşadıkları bütün topraklarda aynı tutum ve davranışı göstermeleri, bu farklılığın sebebinin daha çok Çerkeslerin diaspora hayatını algılayışının bir sonucu olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten de Çerkesler, Kuzey Kafkasya’da yabancıların tahakkümü altına girmeyi her ne şartla olursa olsun reddederken, göç etmiş oldukları topraklardaki farklı milli oluşumlara destek olmuşlardır.”
Celal Sarıçam bu sözlerine İsrail ve Ürdündeki Çerkesleri de örnek gösteriyor.
Sarıçam’ın gayet net bir şekilde ifade ettiği gibi, diaspora ülkelerinde hakim otoriteye ve geçerli milli kültüre biyat etmeleriyle bilinen Çerkesler, Türkiye’de de kendilerini merkezde konumlandırmış ve dışarıya karşı kendi değerlerini değil de, tartışmasız benimsedikleri merkezin değerlerini savunmuşlardır.
Hep merkezde olmak ve merkezin değerleri için kendini feda etmek diaspora Çerkesleri’nde yapısallık kazanmış bir tutum. Kürtlerin kimlik mücadelesine verdikleri tepki de dikkat ederseniz aslında merkezin geliştirdiği tepkidir.
Manzara bu iken, ÇDP siyasi kimliğiyle geldi ve kendini çevreye konumlandırarak merkezden taleplerde bulunmaya başladı.
Sizlerin de bildiği gibi bu tutuma en büyük tepkiyi merkezde konumlanmış Çerkesler gösterdi. ÇDP’ye yöneltilen en önemli eleştiriler “Biz bölücü olamayız”, “Kürtleri mi örnek alacağız” v.s. şeklindeydi.
ÇDP bu çıkışıyla ve siyaset için verdiği yeni adresle merkezdekileri (özellikle Çerkes kökenlileri) ciddi şekilde rahatsız etti ve diyebiliriz ki sarstı. Ama bu kısa sürede yanına çekemedi. Bunun için epeyce bir zaman lazım.
Merkezle çevre arasındaki bu tartışma süreci bundan sonra da kesintisiz devam edecek, bundan hiç şüpheniz olmasın. Benzer kimlik mücadelelerine baktığınızda, başlangıçla ivme kazandığı zaman arasındaki sürenin oldukça uzun olduğunu görüyoruz zaten. İşte onun için en az sekiz sene lazım diyorum. Bu mücadele sonucunda, eşyanın tabiatı gereği merkezden çevreye ciddi bir akış olacaktır. Çünkü mantığın hakim olduğu yer, insani şeyler isteyenler, ikna edici tezleri olanlar çevrededir.
Bu akışı durdurabilecek tek gelişme merkezin söylem ve icraatlarını değiştirmesi, çevrenin söylemleri ile kendi söylemlerini eşitlemesi olabilir ki bu da bizim zaferimiz olacaktır.
Sözün özü: Sonunda kazanan biz olacağız, mücadeleye devam!
198