Canlı veya cansız, yeryüzündeki herhangi bir unsur varlığını devam ettirmek istiyorsa, çevresel faktörleri kendi lehine değiştirmek zorundadır.
İnsan soyu da öyle. Nitekim insanoğlu tarih boyunca, kendisi ile tabiat arasındaki ilişkiyi lehine düzenlemenin mücadelesini vermiştir.
Bu tezimiz bir alt kategorideki etnik oluşumlar için de aynen geçerli. Etnik varlığın devam ettirilebilmesi için çevresel faktörlere karşı bilinçli bir korunma geliştirilmesi gerekir. Bu korunmayı gerçekleştiremeyen topluluklar yeryüzünden silinir ve sadece tarihin konusu haline gelir.
Etnik grupların bu kurguyu geliştirebilmesi için de öncelikle “milliyet duygularını” geliştirip “milliyetçi” olmaları gerekir.
Peki nasıl bir milliyetçilik?
***
Hepimiz bir çevrede yaşıyoruz ve hepimizin mevcut toplumsal düzenin nasıl daha iyi olabileceğine dair fikirleri var. Farkında olsak da olmasak da bu fikirler bizi ideoloji sahibi yapıyor: Liberal, sosyalist, muhafazakâr, v.s.
Farklı ideolojilere sahip olmamızın sebebi, hepimizin aynı çevresel etkilere (etnik, sosyal, kültürel, dini, doğal, iktisadi) maruz kalmıyor olmasıdır ki bu da gayet normal.
Toplumsal düzene dair oluşan başlangıç düşüncelerimiz zayıf fakat yalın ve tertemizdir. Bunlar bizim paradigmalarımızı oluşturur; yani fikrimizin temel taşlarını… Bu ilk düşüncelerimizi geliştirme gayreti içine girdiğimizde birden sistematize edilmiş, detayları oluşturulmuş, “izm”e dönüşmüş ideolojilerle tanışırız.
Bu hem iyi, hem kötüdür. İzmler bir yandan düşündüklerimizi optimize edip belli bir perspektifte daha sağlam düşünebilmemizi beraberinde getirirken; diğer yandan da bizi kendi şablonları içine hapsederek düşüncelerimizi sansürler.
Çünkü izmlerin belli kabulleri ve redleri vardır. Dünyaya kendi perspektifinden baktırır. İnsanın dimağını kendi normlarıyla kodlar. Özgür düşünceyi iptal eder. Toplumsal sorunlara draje çözümler sunar. Şablonları vardır…
Şablonlar ise esarettir.
Onun içindir ki Cemil Meriç “izmler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir. Her …ist, koltuk değneği olmadan yürüyemeyeceğini itiraf eden bir zavallıdır” der.
İzmlere dahil olduğunuzda, düşünceleriniz çıkış noktasından çok daha farklı bir yere taşınır.
Tehlike de işte buradadır.
Örneğin, revaç bulmuş pek çok izmin milliyet meselesine bakışı, bizim gibi milletine gönül vermiş “milliyetçi” insanlar için hiç iç açıcı değildir. Çünkü misal, “Enternasyonalizm”, “Ümmetçilik”, “Hümanizm” v.b. adına nasyonaliteyi tamamen reddederler. “Kemalizm” adına bilumum etnisiteler reddedilir v.s.
Bizim gibi yok oluş sürecindeki etnisitelerin mensupları bu ideolojilere angaje olduklarında, kendi milliyetleri, toplumları ve kültürlerinden ruhen ve fiziken uzaklaşırlar. Kendi etnisite ve etnik kültürleri ile ilgili çalışmalara burun kıvırmaya başlarlar.
Delikanlılığımda Kafkasyalı sosyalist iki arkadaşımızla yaptığımız bir tartışmayı hatırlıyorum şimdi. O zaman olimpiyatlarda art arda madalyalar kazanan Kafkasyalı sporcuların o kürsüde niye kendi halklarının bayrağını dalgalandıramadıklarını ve herkesin Ruslara ait gördüğü orak çekiçli bayrağı dalgalandırmak zorunda kaldıklarını sorduğumda, aynen dediğim şekilde burun kıvırmış ve “bunlar ilkel milliyetçi duygular” diyerek kendince beni ve fikriyatımı horlamıştı. Çünkü konuyla ilgili elindeki şablon böyleydi. Kendisine rehber seçtiği “ustaları” onlara böyle öğretiyordu.
***
İzmler biz Çerkeslerin realitelerine hitap etmiyor. İzmler bize kurtuluş reçetesi sunmuyor. İzmler Cemil Meriç’in tabiriyle “aydınların dini”dir. Bize bir çözüm sunmuyor ve çıkış sebepleri de zaten bu değil. Cemil Meriç bunu “Bu Ülke”de şöyle izah ediyor: “Batı’dan gelen hiçbir “izm” masum değildir. Biz ki, nass’ı mukaddesler dünyasından kovduk… Avrupa’nın içtimaî ve siyasî mitosları karşısında bu apışıp kalmak, bu kendini küçük görmek, bu papağanlaşmak ne için? Unutmamak lâzım ki izm’ler içtimaî bir sınıfın müdafaasıdır. İçtimaî bir sınıfın, bir milletin veya bir medeniyet camiasının…”
Evet hiçbir izm bizim halkımızın, varlık mücadelemizin vasıtası değildir. İzmler batının bedenine göre biçilmiş elbiselerdir, bizim bedenimize uymaz.
Bizim, kendi değer ve sorunlarımızı esas olarak kendi reçetemizi yazmamız gerekir.
***
Peki insanımızın, bu kadar yaygınlaşmış, insanları kutuplaştırmış ve kamplara bölmüş izmlerden uzak durması ne kadar mümkün?
Neticede yaşadığımız ülkelerin sorunları bizi de etkiliyor ve kalabalıkları etrafında toplayan ana akım ideolojilerin cazibesi doğal olarak bizleri de içine çekiyor. Buna nasıl karşı koyacağız?
Bu da doğru ve hayatın içinden bir soru.
Ama bizim buna vereceğimiz cevap kendi gerçekliğimizi dikkate alarak olmalı. Her toplum için de bu böyledir. Hepsi sorunlarına kendi gerçekliği içinde cevap üretmelidir.
Bu konuda Ahmet Cevdet Paşa’nın bir milletin tarih perspektifini nasıl oluşturacağına dair muhteşem bir ifadesi var. Sanırım tavrımızı belirlerken dikkat etmememiz gereken husus konusunda bize bir fikir verecektir. Şöyle diyor Ahmet Cevdet Paşa:
“Her şahsın tasavvurlarını kendi lisanı üzre kurup da sonra başka lisana tercüme ettiği gibi, her millet de vak’aları kendi tarihine göre tertib edip, öteki tarihleri ona kıyasla bulur… Yani her millet kendi tarihini muhafazaya mecburdur.”
Bizim de kendi perspektifimizi oluşturmamız, izmlere yaklaşırken de bu hassasiyetle hareket etmemiz gerekir.
Peki izmler ne olacak?
“İzm”e dönüşmeyen ideolojiler faydalı olabilir. Çünkü zihin verili düşünür. İç ve dış dünyayı tanımlarken daha önceden üzerinde düşünülmüş, yoğrulmuş fikirler işimizi kolaylaştırıp, hükümlerimizi daha sağlıklı kılabilir.
Ancak (ki bu “ancak” çok önemli), bu izmleri kendi realitemize uygun şekilde revize etmemiz şarttır.
Yani matematikteki fonksiyonlar gibi o izmi “dönüştürmemiz” gerekir. İzmleri “girdi” (değer kümesi) olarak alabiliriz ama “çıktıları” (görüntüler) mutlaka bizim realitemize uygun olmalıdır.
Bir başka deyişle, bizim benimseyeceğimiz bir “izm” mesela milliyetleri yok saymamalı veya yok edilmesi gereken unsurlar olarak görmemelidir.
Bunun için izmlere yakın duranların eleştirel olup, dahil olduğu ideolojiyi sentezleyebilmesi gerekir.
Örneğin “emeği” kutsayan bir ideolojinin mensubu olabiliriz; ama bu fikriyatın milliyetleri yok sayan bir versiyonuna dahil olmamız şart mıdır?
Aynı şekilde elbette “ümmet” yaklaşımını hayatımızın eksenine koyabiliriz ama dinin milliyetleri yok sayan asimilasyoncu yorumlarına değil de “sizleri kavim kavim yarattım” diyen ve varlığını korumayı meşrulaştıran yorumlarına itibar edilmesi daha uygun değil mi?
Veya hümaniter yaklaşımlar bizi cezbediyor olabilir tabii ama soyunu inkar ederek nötrleştiğini, “insanlaştığını” sanan hümanistlerden olmamız şart mıdır?
Hayır elbette değildir.
Biz kendi gerçekliğimize uygun olan versiyonları seçmek zorundayız.
En başta sorduğumuz soruya dönersek…
Evet, nasıl bir milliyetçilik?
“Gideceği yönü bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar yardım etmez” özdeyişinde ifadesini bulduğu gibi, geminin dümenine milliyetçi bir düşünce ile hakim olup rotada tutmalıyız ki, izmler yelkenlerimizi dolduran rüzgar olsun.
224