Öncelikle ilk haftasını geride bıraktığımız 2023-2024 eğitim-öğretim yılının tüm öğrencilerimiz ile eğitim-öğretim camiasına hayırlı, uğurlu olmasını diliyoruz.
Bu vesile ile kamuoyunun dikkatini, 2012-2013 öğretim yılından bu yana yürürlükte olan ve ilgili kesimlerin yakından takip ettiği “Türk vatandaşlarının günlük hayatta kullandıkları farklı dil ve lehçelerin okullarda öğrenilmesi” projesinin “kendi kendini tasfiye etme sürecine sokulduğuna” çekmek istiyoruz.
Oysa ki 2000’li yılların başında ülke yönetimine gelen kadronun, insan hakları içinde sayılan ve kültürel hakların bir parçası olarak ele alınan dil haklarının Cumhuriyet dönemi boyunca devam eden inkâr sürecine artık son verildiğini duyurması ve peşi sıra başlatılan açılım süreci ile anadillere yönelik çalışmaların korku sebebi olmaktan çıkarılması büyük bir sevinçle karşılanmıştı.
Bilahare anadillerin seçmeli ders olarak müfredatta yer alması bu memnuniyeti artırmış, uygulamanın ilk yıllarında görülen aksaklıkların zaman içinde düzeleceği umudu ile programa samimiyetle destek verilmişti.
Ama geçen on yıllık zaman içinde programı verimli kılacak hiçbir revizyonun yapılmaması, projenin, sadece “AB’ne katılım sürecindeki prosedürler yerine getiriliyormuş görüntüsü vermek üzere tasarlandığına” dair öne sürülen iddiaları maalesef haklı çıkarmıştır.
“Anadili öğretimi”, bu ifadenin kullanılmasından imtina edilerek yönetmelikte “Günlük hayatta kullanılan farklı dil ve lehçeler” adı ile seçmeli ders bağlamında müfredata dahil edilmiş olsa dahi maalesef ki “seçilmemesi için” gereken her şeyin yapıldığı görülmektedir.
MEB’in, on yıllık eğitim sürecindeki seçmeli anadili derslerinin istatistiklerini kamuoyuyla paylaşmıyor olması sebebiyle resmi rakamlara dayalı bir değerlendirme yapma şansımız olmasa da, olayın kamuoyu önünde gerçekleşiyor olması sahadaki uygulamaların düzeyini doğruya yakın tespit etmemizi mümkün kılmaktadır. Bu noktada, on yıllık uygulamanın sonuçlarına bakarak söyleyebiliriz ki, proje bugün tamamıyla iflas etmiş vaziyettedir. Nitekim bu yıl, UNESCO tarafından yok olma tehdidi altındaki diller listesinde sayılan ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın seçmeli dersler programında yer alan Abhazca, Adigece, Lazca ve Zazaca,… dillerinde kayda değer sayıda sınıfın açıldığı bilgisine ulaşamamış olmamız durumun vahametini ortaya koymaktadır.
1932’de çıkan dil yasasıyla okullarda çocukların Türkçe’den başka dille konuşması yasaklanarak herkes Türkçe konuşmak zorunda bırakılmış ve Türkçe 1. lisan olarak ilan edilmişti. Getirilen bu yasak ve izlenen asimilasyon politikalarının yanı sıra şehirleşme, yoğunlaştırılmış eğitim, tv, internet v.s. gibi kitlesel medya vasıtalarının da etkisiyle azınlık lisanları ciddi şekilde yara almıştır.
Oluşan yeni şartlarda anadiller ev içinde dahi yeni nesillere aktarılamaz hale gelmiştir.
AGİT belgelerinde ifade edildiği gibi, zamanımızda azınlıkların “dilsel kimliklerini özgürce ifade etme, koruma ve geliştirme ve kendi iradeleri dışında herhangi bir asimilasyon girişimine maruz kalmadan kendi kültürlerini yaşatma ve geliştirme hakkı”nı kullanması çağdaşlık göstergesidir. Bunun bir tezahürü olan ve uygulamada bulunan “Türk vatandaşlarının günlük hayatta kullandıkları farklı dil ve lehçelerin okullarda öğrenilmesi” projesinin başarısı da çok önemlidir.
Projenin başarıya ulaşabilmesi için öncelikle başarısızlığı getiren sebeplerin uzmanlarca tespit edilmesi gerekmektedir. Çoğulcu Demokrasi Partisi olarak konuya dikkat çekmek için bu konudaki tespit ve önerilerimizi kamuoyu ve yetkililerle paylaşmayı bir görev olarak görüyoruz.
– Bu bağlamda en büyük handikap, seçmeli dil derslerinin gündeme geldiği 2012 yılı başındaki siyasi konjonktürün zamanla değişmiş olmasıdır. İktidar partisinin uğradığı doğal yıpranmayı, parlamentonun milliyetçi kanadının desteğini alarak telafi etmeye çalışması, hükümeti yavaş yavaş çoğulculuktan uzaklaştırarak milliyetçi yaklaşımların vesayetine sokmuştur. İzlenen siyasetin milliyetçi saiklerle revize edilmesiyle oluşturulan yeni siyaset doğrultusunda hükümet, geçmişte uygulamaya koyduğu pek çok projeye sahiplenmekten vazgeçmiş, adeta cami avlusuna terk etmiştir. Kaldı ki önümüzdeki yıllarda “ilgi görmediği gerekçesiyle” projenin tamamen yürürlükten kaldırılması ihtimali de gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Projenin işlevsellik kazanması için iktidarın öncelikle bu vesayeti aşmanın bir yolunu bulması gerekmektedir. Bu konu iktidarın önünde acilen çözmesi gereken bir sorun olarak durmaktadır.
– İkinci handikap, spekülasyon yapılarak seçmeli derslerin Kürt sorunu üzerinden “bölücülüğe hizmet” olarak etiketlenmesidir. Bu nedenle veliler böyle bir suçlamaya muhatap olmaktan ürkerken; öğretmenler ile okul yöneticileri de gizli bir direnç geliştirerek talep oluşmasını engelleyici bir tavır takınmaktadır.
– Diğer bir olumsuzluk okul yöneticilerinin ders seçim formlarını değerlendirirken son karar mercii olmasıdır. Okul yöneticileri, hocasını zor bulacakları düşüncesiyle anadillerin seçilmesini gerek telkin yoluyla, gerekse müracaatların denetlenmemesi sebebiyle “yeterli talep oluşmadı” gerekçesini ileri sürerek anadil sınıflarının açılmasına mani oldukları şüphesi oldukça kuvvetlidir.
– Milli Eğitim Bakanlığı bütün bu olanlara göz yummak suretiyle bu tablonun oluşmasının baş sorumlusu durumundadır. Bakanlık, programın kadük kalması için adeta özel bir gayret sarf etmektedir. Bu hakkın işlevsel olarak kullanılabilmesi için öncelikle eğitim kadrolarının bu konuda eğitilmesi, cesaretlendirilmesi ve destekleyici hale getirilmesi; bunun sonucu olarak veli ve öğrencilere yürürlükteki anadili derslerine katılma haklarını kullanmalarını etkili şekilde anlatmaları ve 80 yıllık korkularını yenmelerini sağlayarak bunun bir sorun üretmeyeceğine dair kendilerine güven vermesi ve mensup oldukları dil grubunun derslerini seçmeye teşvik etmeleri çok önemli bir insani tavırdır.
Ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığı projenin işleyişiyle ilgili şeffaf olmalı ve projeyle alakalı on yıllık sürecin istatistik bilgilerini web sitesi üzerinden kamuoyuyla paylaşmalıdır. MEB başarısızlığın nedenlerini tespit ve gidermeye açık olduğunu belli ederek konuyu duyarlılıkla takip eden sivil toplum kuruluşlarıyla düzenli olarak istişare toplantıları yapmalı, tıkanmaların aşılması için gayret içinde olmalıdır.
Projenin başarılı olması için uygulamada şu revizyonların yapılması da elzemdir:
– Seçime açık anadil derslerinin adı ders seçim listesinde “Yaşayan Diller ve Lehçeler” şeklinde değil de, Abazaca, Adigece, Lazca… şeklinde açık bir şekilde yer almalıdır.
– Anadillerin “kültürel zenginliğe katkı olduğu” devlet birimleri temsilcileri tarafından her vesile ile dile getirilmeli ve toplum cesaretlendirilmelidir.
– Bir önceki yılın ilk sömestri sonunda yapılan anadili derslerinin seçimi aynı zamanda eğitim dönemi başlangıcında da 15 gün süreyle ve yoğun duyurularla tercihe açık tutulmalıdır.
– Anadil derslerinin seçilmesi süreçleri mutlaka şeffaflaştırılmalıdır. Sistem, okul yönetiminin kamuoyunun meçhulü olan müracaat verilerini gerekçe göstererek keyfi şekilde “yeterli talep yok” cevabını vermesinin ve tercihler hakkında veli ve öğretmenlere bilgi vermekten kaçınmasının önünü mutlaka kapatmalıdır.
– Anadili öğretimine olan talebi belirlemek için şeffaf bir sistem geliştirilmelidir. MEB Türkiye’deki bütün okulları içeren bir internet sitesi oluşturmalı, öğrenciler ve veliler okulların ilk açıldığı günden itibaren 15 gün süreyle seçmek istediği ders müracaatını buradan yapmalıdır. Burada gerekli tüm bilgiler ile seçilen ders, kur seviyesi v.b. bilgiler toplanmalıdır. Dışarıdan siteye girildiğinde seçmeli derslerin altında müracaat edenler kendi isimlerinin yanı sıra aynı okuldaki diğer tercih edenleri ve tercihlerini de görebilmelidir.
Bu düzenlemelerin yanı sıra projede bazı ek geliştirmeler de yapılmalıdır:
– Bu bağlamda, bir okulda seçmeli ders sınıfı açmada öğrenci alt limiti 10 kişi değil, İsveç eğitim sisteminde olduğu gibi 5 kişi olarak benimsenmelidir.
– Öğrencinin okulunda, tercihler sınıf açma şartı olan 5 sayısının altında kalırsa, bu düşük taleplerin bölgedeki en yakın bir okulda konsolide edilmesi imkanı aranmalıdır. Bu maksatla en çok talebin olduğu okul pilot okul olarak belirlenmelidir.
– Anadili öğretimi anaokullarında ve anasınıflarında başlamalıdır. Bunun için 5 Aralık 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkında Yönetmeliğin“ Kayıt Kabul Esasları’nı düzenleyen sekizinci maddesiyle ilköğretim öncesi çocuklara anadili öğretimi dersleri verilmesine getirilen yasak kaldırılmalıdır.
– İlköğretimde seçmeli anadili öğretimi dersleri 1. sınıftan itibaren başlatılmalı ve işlevsel olması için de haftalık ders saati 6’dan az olmamalıdır.
– İlk sınıflarda önce anadilde şarkılar, alfabe, okuma yazma ve anadili öğrenimi dersleri; ilerleyen sınıflarda ise anadilde “Dil ve edebiyat”, “Kültür ve Sanat” ve “Tarih” dersleri okutulmalıdır.
Kamuoyuna ve yetkililere saygıyla duyurulur.
FARUK ARSLANDOK
ÇOĞULCU DEMOKRASİ PARTİSİ
GENEL BAŞKANI
271